1937 Baharında başlayan Dersim katliamın en yoğun olduğu bir aşamada, Vet. Dr. M. Nuri Dersimi, “Dersim Generali Seyid Rıza” imzasıyla, başta merkezi Cenevre’de bulunan Milletler Cemiyeti olmak üzere ABD, İngiltere ve Fransa Dışışleri Bakanlıkları nezdinde girişimde bulunarak, bu “imha” hareketinin engellenmesi için yardım istiyordu.
1918- 1921 yılları arasında, Kürdistan Teali Cemiyeti gibi dönemin en etkin demokratik Kürt örgütlerinde yer alan Vet. Dr. Mehmet Nuri Dersimi, Koçgiri Konfederasyonu’nun liderlerinden Alişan Bey, kardeşi Haydar Bey ve şair Alişêr Efendi gibi aydınların önderliğinde Koçgiri halk hareketinin gerçekleştirilmesi aşamasında, Cemiyet Merkezi’nin çalışmaları doğrultusunda birtakım diplomatik girişimlerde bulunulur.
Kürt delegasyonu adına Paris Barış Konferansı’na katılan Şerif Paşa, sonradan kimi Cemiyet üyelerinin tepkisiyle görüşmelerden çekilse bile, Sevr Barış Antlaşması’nın 62.-64. maddeleri uyarınca “özerk bir Kürt yönetimi”nin kurulması kararlaştırılmış olduğu için, hem Ankara’da açılan Meclis’in bu karara uyup uymayacağı soruluyor hem de daha güçlü ifadelerle, iktidardaki Hürriyet ve İtilaf Fırkası ile Kürdistan Teali Cemiyeti arasında varılan anlaşma geregince “Kürdistan’da kurulacak özerk yönetim” kararına M. Kemal Hükümeti’nin de uyap uymayacağı soruluyordu. 5 Maddelik Muhtıra- Mektub’un içeriği şöyleydi:
“1- Kürdistan özerk yönetimine olur veren İstanbul Saltanat Hükümeti’nin bu konudaki kararını Mustafa Kemal Hükümeti’nin de resmen kabul edip etmeyeceğinin açıklanması,
2- Kürdistan özerk yönetimi hakkında M. Kemal Hükümeti’nin görüş noktasının ne olduğu konusunda Dersimliler’e acele cevap verilmesi,
3- Elazığ, Malatya, Sivas ve Erzincan bölge hapishanelerindeki Kürt tutukluların derhal serbest bırakılması,
4- Kürt çoğunluğu bulunan bölgelerde Türk hükümeti yöneticilerinin çekilmesi,
5- Koçgiri bölgesine gönderildiği haber alınan askeri birliklerin derhal geri alınması (15 Kasım 1920)”.
Mustafa Kemal, Ermeniler’in teslim edilmesini ister
Bu diplomatik girişimin asıl öncüleri Nuri Dersimi ile Alişêr Efendi idi. Nitekim, bu girişimden sonra Nuri Dersimi tutuklanarak, Divriği Hapishanesi’ne atılmış; Alişêr hakkında da Meclis gizli toplantılarında yoğun tartışmalar yaşanmıştır. Sözgelimi, 11 Nisan 1921 tarihinde Meclis’te yapılan gizli görüşmede okunan Adliye Encümeni mazbatasında; bazı üyelerin “Vatana ihanet suçundan dolayı Alişêr Efendi ile arkadaşlarının Hiyanet-i Vataniye Kanunu’nun 2. maddesine göre idamla cezalandırılmalarını“ istedikleri; üç üyenin ise “on sene süreyle kürek cezasına çarptırılmasını“ istedikleri bildirilmektedir. Gizli görüşmelerde, Alişêr Efendi ile arkadaşlarının “Kürdistan namıyla bir hükümet teşkil etmek istedikleri” açıkça vurgulanmaktadır. (Bkz. T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, Cilt-10, 25.4.1337/ 1921).
Meclis’te, başta Dersim Mebusu Hasan Hayri Bey ile Bitlis Mebusu Yusuf Ziya Bey olmak üzere Kürt milletvekilleriyle kimi Türk vekiller arasında yoğun tartışmalar geçer, ancak Alişêr Dersim’e sığınmış olduğu için gıyabında yargılanır ve cezalandırılamaz.
Öte yandan, Koçgiri’ye ilişkin bugüne kadar bilmediğimiz bir diplomatik girişime de, tanınmış Kürt araştırmacılardan İsmail Hakkı Şaweys değinmektedir. Buna göre, Dersim/ Koçgiri Kürtleri’nin güçlü göründüğü bir dönemde, 10 Mart 1921’de Mustafa Kemal, Sivas Valisi aracılığıyla taleplerin bildirilmesini ve korunan Ermeniler’in teslim edilmesini ister. Onlar da, telgrafla şu şekilde cevap verirler:
‘Türk askeri Kürde düşman gözüyle bakmamalı’
“Temiz bir kalple görüş ve düşüncelerimizi aşağıda geçtiği şekilde size sunuyoruz:
1- Savaş ve kan dökmek Kürt ve Türk’ün çıkarına değildir;
2- Mustafa Kemal Paşa, Sivas ve Erzurum Kongrelerinin kararı üzerine Kürdistan’ın sınırlarının büyük ölçüde ayrılması gerekiyor;
3- Hükümetin kararıyla Kürdistan idari, ekonomik ve bilgi açılarından bağımsız olmalı ve Türkiye ile aynı olacak şekilde bakılmalı;
4- Osmanlı’nın eski siyaseti Kürdistan için canlandırılmamalı. Kürdün hakları tanınmalı. Türk nasılsa Kürde de o şekilde bakılmalı ve devlet işlerine katılmalı;
5- Koçgiri Kürtleri’nin isteklerine karşı güç kullanmanın sonucu kötü olur. Değil sadece Koçgiri, ağır vergi yükü altında hepimizin hayatı zehir oldu. Biz bütün Kürtler, okulsuz, hastanesiz ve doktorsuzuz. Dünya Savaşı evimizi viran etti. Bundan dolayı Kürdistan’ın yeniden yapılanmaya ihtiyacı var;
6- Bütün mahkumlar bırakılmalı. Türk askeri Kürde düşman gözüyle bakmamalı. Biz zorunlu ve meşru olmadığı sürece kan dökmeyiz;
7- Yanımızdaki Ermeniler’in hepsi çocuk, kadın ve yaşlılardır. Silahsızlar, bize sığındılar ve de masumlar. Bundan dolayı onları teslim etmeyiz.” (Bkz. Sabah Galib: 1919- 1923 Yılları Arasında Mustafa Kemal Atatürk’ün Kürt Meselesi Karşısındaki Tutumu ve 1922 Tarihli Kürt Otonomisi Kanununun Metni, Birnebûn, Sayı:39/ 2008).
Bu diplomatik girişimler devam ederken Ankara Hükümeti, bir oldu-bitti yaratıp Merkez Ordusu Komutanı Sakallı Nurettin Paşa öncülüğünde Koçgiri’de büyük bir katliam gerçekleştirirken, bu arada 1921 Anayasası’na da “vilayetler esasına uygun bir muhtariyet” ilkesini koyar. Ertesi yıl da buna uygun olarak Meclis gizli görüşmesinde Kürdistan’a “muhtariyet” verilmesine ilişkin bir karar alır ve bir genelge yayımlar.
Kemalist yönetimin gizli görüşmeleri
Bunlar olup-biterken yine Kemalist yönetimin Fransa ve İngiltere ile de gizli görüşmeler yaptığını haber alan Kürt aydınları, kimi bölgelere gönderilen genelgelerin bir oyalamadan ileri gitmeyeceğini ve hükümsüz kalacağını görerek bir arayışa girerler. Tam da bu tarihlerde, Kürtdağı Kürtleri, Ankara’ya gelerek Meclis’e bir muhtıra- mektup verirler. Dönemin Başbakanı İsmet Paşa ise, uyarı amaçlı bu muhtıra- mektubu Lozan görüşmeleri sırasında, “Kürtler’in ayrılmak istemedikleri”nin kanıtı olarak sunar.
Kürt demokratik örgütlenmesi, bu gelişmelerden sonra yasaklanmış ve “Kürdistan Azadi Cemiyeti” adıyla illegaliteye kaymıştır. Miralay Cibranlı Halit Bey başkanlığında kurulan örgütün bugün elimizde birçok aktif yöneticisinin ismi bulunmaktadır. Örgütün en aktif şubeleri İstanbul, Erzurum ve Diyarbekir şubeleridir. Ankara Hükümeti’nin Fransız ve İngilizler’le gizli anlaşmalarından sonra, Kürtler yönünü Sovyetler Birliği’ne çevirirler. Nitekim, Bitlis Mebusu Yusuf Ziya Bey, 1923’te İstanbul’da Sovyet temsilcileriyle görüşür, 1924’te de Komiteya Merkeziya Kurdistan’ın programını Sovyet yetkililere sunar.
Cibranlı Halit Bey’in öncülüğünü yaptığı Erzurum Komitesi de 10 maddelik kararlar alarak, bunu taraflara bildirir. Ancak, Sovyetler Birliği, Ankara Hükümeti’ni Fransa ve İngiltere’ye, daha doğrusu bir bütün olarak Batı’ya kaptırmak istemediği için geri durmayı tercih eder. (Bkz. Osman Aytar: Sovyet Arşivini İnceleyen Fevzi Namlı İle Röportaj/ SSCB, Şeyh Said’e Neden Yardım Etmedi, Nuroj gaz. Sayı:31/1997).
İngiliz arşivlerinde çalışan İhsan Şerif Kaymaz ise, 1 Ağustos 1924 tarihinde Diyarbakır’da bir “Türk- Kürt Kongresi” yapıldığını bildiriyor. Buna göre, Ankara yönetiminden 6 istekte bulunulur. Türk tarafı, ilke olarak bu talepleri kabul eder ancak bundan somut bir sonuç alınamaz. (Bkz. Ayşe Hür: Kürtlere Özerklik Sözü Verildi Mi?, Taraf gaz. 19 Aralık 2010)
Hamdi Bey’in ihbar mektubu
Ordu Müfettişliğince, İçişleri Bakanlığı’na yazılan 18.2.1925 tarih ve 148 sayılı bir şifrede ise; Kürt millicilerinin bir “Federasyon” planından söz ediliyor. Bu şifrede; Diyarbekir’de Kürtçülük veya muhalefetle tanınmış kimselerin, “Kürdistan’a istiklal merkezi temin ve Türk hakimiyetinde bulunmak ve aynı zamanda hükümet ve Reisicumhuru da tanıyarak Federasyon tarzında yönetim ile herhangi bir yabancı saldırı karşısında memleketi ortaklaşa dışarıya karşı savunmak ve ulusal gelişmelerini sağlamak” amacında oldukları bildiriliyor. (Bkz. M. Bayrak: Kürtler ve Ulusal- Demokratik Mücadeleleri, Özge Yay. Ank. 1993, s. 260- 261).
Burada, herhangi bir Türk- Kürt Kongresi’nden değil, Kürt millicilerinden ve muhalif kesimlerden söz ediliyor. Dolayısıyla, üsttekiyle aynı olgunun kastedilip edilmediğini tam olarak bilemiyoruz. Burada, üzerinde durulmaya değer bir başka belge ise, Genç eski Mebusu Hamdi Bey tarafından verilen 28.5.1924 tarihli ihbar mektubudur. Sözkonusu mektupta; geçmişten beri Kürt ulusal hareketinin içinde bulunan “Bitlis mebus-u sabıkı Yusuf Ziya, Erzurum mebus-u sabıkı Süleyman Necati, Dersim mebus-u sabıkı Hasan Hayri ile Erzurum’da bulunan Emekli Miralay Kürt Halit Bey ve Muşlu Hacı Musa Bey ile Şeyh Şerif Efendi’nin gizli faaliyetler içinde bulundukları“ bildiriliyor ki, bu, Dersim Mebusu Hasan Hayri Bey’in de en azından 1924’ten itibaren ihbar edildiğini ve bu gerekçeyle diğerleriyle birlikte idam edildiğini gösteriyor. (Bkz. Age, s. 218).
Musul-Kerkük sorunu ve Kürtler
Bir başka önemli diplomatik faaliyet de, Lozan’da kesin çözüme kavuşturulamamış olan Güney Kürdistan’la ilgilidir. İngilizler, bir yandan Ankara ile gizli görüşmeler yapılırken, bir yandan da Lozan’da Türk tezlerini boşa çıkarmak için Kürt temsilcilerle ilişki içindedirler. İlk aşamada, güneyde Kürt özerkliği görüşmeleri verilirken, Türk istihbaratının tahrikleri sonucu Şeyh Mahmud Berzenci öncülüğündeki Kürtler isyana teşvik edilirler. İsyanın, hava saldırısıyla bastırılmasından sonra Ankara Hükümeti, yeni bir Kürt oluşumuna fırsat vermemek için azami çaba harcar.
Mustafa Kemal, gazetecilere yaptığı açıklamada; sınırın Misak-ı Milli’ye uygun olarak Güney Kürdistan’ı da içine alacak çekilde belirlenmesini iki ana nedenle istediklerini bildirmektedir: Birincisi, orada sınırsız servet oluşturan petrol kaynakları vardır; ikincisi, İngilizler orada bir Kürt hükümeti kurmak istiyorlar, bu kurulduğu takdirde etkisi Türkiye içindeki Kürtler’e de yansıyacaktır.
Ankara’daki Meclis görüşmelerinde de, özellikle Kürt milletvekilleri arasında Kürdistan’ın bölünmesini engelleyecek yoğun bir çaba gösterildiğini görüyoruz. Nitekim, konuşması 1923’te Meclis’te ayakta alkışlanan Bitlis Mebusu Yusuf Ziya Bey, bir ileri görüşlülükle, Musul ve Kerkük’ün milli sınırlar içine alınmamasının, ilerde büyük sorunlara yolaçacağını vurguluyor ve şöyle diyordu:
“…Musul’u ertelemek ve Musul’suz barış yapmak, barışın hemen ertesi günü Şarki Anadolu’da (Kürdistan’da) mühim bir cephe hazırlamak demektir…Türk- Kürt işbirliği yaparak yaşamazlarsa ikisi için akibet yoktur. Bugünkü vaziyet böyle geliyor. Arkadaşlar, toplumsal durumumuz bunu gösteriyor. Dolayısıyla herhangisi, henhangisine ihanet ederlerse ikisi için de akibet yoktur…
Ben Musul’u istemiyorum, Musul’u atıyorum. Musul’u kime verirlerse versinler. Süleymaniye’yi, Kerkük’ü almakla Türk’ün, Kürd’ün birliği onunla temin edilir.” (Dr. Osman Sönmez: Misak-ı Milli ve Musul- Kerkük, Kerkük dergisi, Nisan/ Temmuz- 1994)
1925 Kürt İsyanı’nın gerekçeleri
Kürtler’in bu yoğun çabasına rağmen, Lozan’da bu konuda kesin bir karar alınamamış ve sorun Musul Komisyonu’na havale edilmiştir. İşte, tam bu aşamada İngilizler’in de boş durmayıp Kürt tarafını yanına almak için yoğun bir çaba içerisine girdiği görülüyor. Nitekim, yine Sovyet belgelerinden yararlanan Kürt araştırmacı Dr. A. Hawrami, “Sovyetler Birliği ve Piranlı Şex Said Devrimi” konulu doktora çalışmasında; İngilizler’in 1924 yılı içinde Musul ve Bağdat’ta birçok Komite kurduklarını, bunlardan birinin de Kürd Subaylar Cemiyeti olduğunu bildiriyor. Bağdat’ta Binbaşı Salih Zeki başkanlığında, Türkiye ordusundan emekli Binbaşı Emin Zeki’nin, İngiliz yönetimindeki bazı subaylarla birlikte bu Cemiyeti kurduklarını ve örgütün, kurulduktan hemen sonra Milletler Cemiyeti’nden “Bağımsız ve Birleşik Kürdistan” kurma talebinde bulunduklarını haber veriyor. (Bkz. Aris Arda: Belgelerle Şex Said Hareketi, Bolşevikler ve Kemalistler’in Suç Ortaklığı, Newroz.com sitesi).
Burada adı geçen Emin Zeki’nin, Harbiye’den M. Kemal ve İsmet Paşa’nın arkadaşı olan, Irak’ta kurulan ilk hükümette Savunma Bakanlığı görevi yapan, bizim de “Meşahir-i Kurd u Kurdistan” adlı biyografik eserini ilk kez Türkçede yayımladığımız ünlü Kürt tarihçisi Mehmed Emin Zeki Bey olduğunu tahmin ediyoruz.
1924 Yılına ilişkin önemli bir diplomatik belge de, Kürd Özgürlük Komitesi’nin (Ciwata Azadiya Kurd), Türkiye’deki gelişmelerden duydukları rahatsızlığa dair İngiliz yetkililere verdikleri bir rapordur. 1925 Kürt İsyanı’nın gerekçelerini içeren bu Rapor, son derece önemlidir. 11 Maddelik Rapor şöyledir:
“1- Yeni azınlıklar yasası şüphe yaratmıştır. Türkler’in Kürtler’i Batı’ya sürmeyi ve yerlerine Türkler’i yerleştirmeyi planladığından korkulmaktadır.
2- Türkler’le Kürtler’i birbirine yaklaştıran son kurum, halifelik, kaldırılmıştır.
3- Okullarda ve mahkemelerde Kürtçe konuşulması kısıtlanmıştır. Kürtçe eğitim yasaklanmış ve bu da Kürtler’in eğitimsiz kalmaları sonucunu doğurmaktadır.
4- (Kürdistan) kelimesi, (daha önce coğrafik bir terim olarak kullanılıyordu) coğrafya ders kitaplarından çıkarılmıştır.
5- Kürdistan’daki bütün üst düzey yöneticiler Türktür. Yalnızca alt düzeylerdeki görevlere, dikkatle seçilmiş Kürtler atanmaktadır.
6- Vergiler gene verilmekte fakat bunlarla kıyaslanabilir yararlar Hükumetten sağlanamamaktadır.
7- Hükumet, 1923’teki T.B.M.M. seçimlerine, Doğu illerinde müdahale etmiştir.
8- Hükumet, sürekli olarak aşiretleri birbirine karşı kışkırtmaktadır.
9- Türk askerler, sık sık Kürt köylerini basıp hayvanları götürüyorlar; ürünlerin karşılığı hiç, bazen de yetersiz ödeniyor.
10- Ordu’da Kürtler’in rütbeleri düşüktür ve geri hizmetlerde görevlendirilmektedir.
11- Türk hükumeti, Alman sermayesini kullanarak, Kürtler’in maden zenginliklerini sömürüyorlar.” (Bkz. Prof. Dr. Martin van Bruinessen: Ağa, Şeyh ve Devlet/ Kürdistan’ın Sosyal ve Politik Örgütlenmesi, Özge yay. Ank. 1992, s. 454-455).
Dersim Katliamı ve diplomatik girişimler
Bu tarihten sonra, gerek Ağrı- Zilan İsyanı, gerekse Cumhuriyet’in 10. yılı dolayısıyla da çeşitli diplomatik girişimlere tanık oluyoruz. Ancak, bu aşamada muhalif hareketler “kan ve barut siyaseti”yle bastırıldıktan sonra tüm ilgi Dersim üzerinde yoğunlaşmıştır.
Resmi kalemşör Naşid Hakkı (Uluğ)’un “Derebeyi ve Dersim” kitabı, adeta sonraki gelişmelerin bir habercisi gibidir. Nitekim, 1934’te bir Mecburi İskan Kanunu, 1935’te Tunceli Kanunu çıkarılmış ve Dersim’in tasfiyesi süreci başlatılmıştır. “Temdin” yani “uygarlaştırma” adına çıkarılan bu kanun çerçevesinde sayım yapılmış, silahlar toplanmış, çok sayıda hükümet binası ve askeri sevkiyat için yollar yapılmış ve 1937 yılında düğmeye basılmıştır.
Gerekli askeri tedbirler alındıktan ve donanımlar yapıldıktan sonra, Atatürk’ün manevi kızı Sabiha Gökçen’in de içinde bulunduğu, Diyarbakır kalkışlı bir uçak filosu tarafından Dersim bombalanmaya başlanmıştır. Öncelikle, başta Dersim’in efsanevi lideri Seyid Rıza olmak üzere, özellikle lider kesimi hedef alınmıştır.
Sabiha Gökçen, anılarında ve sonradan kendisiyle yapılan konuşmalarda; “Hedefin doğrudan Dersim olduğunu” vurguladığı gibi, hareket halindeki her şeyin kendisi için hedef teşkil ettiğini belirtiyor. (Bkz. 50. Yılında Dersim İsyanı, Nokta Dergisi, Sayı:25/ 1987).
‘Emir, Dersim ahalisini külliyen imha emriydi’
Dönemin Başbakanı İsmet İnönü de, katliam başladıktan sonra Meclis’teki gizli oturumda yaptığı konuşmada; “Dersim’de imha planı yani yok etme proğramı uyguladıklarını” açık bir ifadeyle söylüyordu.(Bkz. Vakit gaz. 27.8.2010)
Said-i Kurdi’nin talebelerinden Emekli Albay Hulusi Yahyagil, harekata bizzat katılan subaylardan biriydi. O, kendilerine verilen emrin tek kelime ile “imha” yani yoketme olduğunu belirtiyordu: “Bize verilen emir, Dersim ahalisini külliyen (tümüyle) imha emriydi. Canlı bir tek insan bırakılmayacak, genç, ihtiyar, suçlu suçsuz, kadın erkek, ne varsa hepsi imha edilecekti. Buna bitkiler ve hayvanlar dahildi; hayvan bitkiyi yer, insan da hayvanı yer şeklinde idi. O tarz muamele ve emir nasıl bir uygulama şekli idi bilemiyorum.” (R. Peşeng: Said-i Kurdi ve Şeyh Said, Esmer der. Sayı:37/ 2008).
Said-i Kurdi de, Dersim soykırımı üstüne yaptığı değerlendirmede; “Beşer bu zulme isim bulamamıştır...” diyerek, durumu özetliyordu.
Vet. Dr. M. Nuri Dersimi ve Nokta’nın sansürü
İşte, 1937 Baharında başlayan katliamın en yoğun olduğu bir aşamada, bir bakıma bomba sesleri altında Vet. Dr. M. Nuri Dersimi, “Dersim Generali Seyid Rıza” imzasıyla, başta merkezi Cenevre’de bulunan Milletler Cemiyeti olmak üzere Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere ve Fransa Dışışleri Bakanlıkları nezdinde girişimde bulunarak, bu “imha” hareketinin engellenmesi için yardım istiyordu.
Tüm bu gelişmeleri birinci elden anlatan başlıca kaynaklar, Nuri Dersimi’nin 1952’de Halep’te yayımlanan “Kürdistan Tarihinde Dersim” adlı ilk eseri ile ilk basımı İsveç’te, 1992’de Türkiye’deki ilk yayını da bizim tarafımızdan yapılan “Hatırat”ıdır. Bugün bu eserler olmasa, Dersim soykırımı büyük ölçüde karanlıkta kalacaktı.
Nokta Dergisi’nin, katliamın 50. yılı dolayısıyla yayımladığı Dersim özel sayısı kuşkusuz bu açıdan önemliydi. Derginin yayın yönetmeni Adil Özkol’un da, çoğu tanıdığım olan dosyayı hazırlayanların da iyi niyetinden kuşkum yok. Ancak, yine de İngiliz arşivlerinde bulunup yayımlanan belgede sansüre gidildiğine tanık oluyoruz.
Sözgelimi, Seyid Rıza adına Nuri Dersimi tarafından Fransızca olarak kaleme alınan 30 Temmuz 1937 tarihli mektubun iki yerinde sansür uygulandığını görüyoruz. Zaten, herhalde sakıncalı buldukları için kendilerince sansürlenen bölümleri (...) şeklinde geçmişler. Aslıyla karşılaştırdığımızda, sansürlenen bölümlerin en canalıcı yerler olduğunu görüyor ve salt bu iki hususa burada yer vermekle yetiniyoruz:
“1- ...Türk uçakları kasabaları bombalıyor ve yakıp- yıkıyor; savunmasız kadınları ve çocukları öldürüyor. Türk Hükümeti, başarısızlığının acısını bütün Kürdistan’da yaşayanları yok ederek çıkarıyor.
2-... Kendi topraklarında özgürce dillerini, orijinlerini, gelenek ve göreneklerini, kültür ve uygarlıklarını barış içinde yaşayan 3 milyon Kürt; benim aracılığımla Ekselanslarına sesleniyor ve Kürt halkına uygulanan bu vahşice haksızlığa son verilmesi amacıyla Örgütünüzün/ Hükümetinizin yüksek manevi etkisinden Kürt halkını yararlandırmanızı sizden istirham ediyor.”
Bilindiği gibi Nuri Dersimi, 13 Eylül 1937’de Suriye’ye geçtikten sonra, beraberinde götürdüğü birçok Dersimli aşiret reisinin mühürleriyle yine aynı makamlara, bu defa daha kapsamlı bir mektupla başvurur. Tıpkıbasımını, Türkçe yayın olarak ilk kez “Dersim- Koçgiri” adlı çalışmamızda yayımladığımız bu 5 sayfalık mektubun; Fransızca metni ile Türkçe metni aynı zamanda Dersimi’nin ilk eserinde ve bizim yayımladığmız “Hatırat”ın eklerinde yayımlandığı için, burada tekrarlamaya gerek görmüyor ve aynı zamanda saz (tembur) çalan ve şiir yazan bir kişi olarak Nuri Dersimi’nin “hasret” temalı bir ağıtlama-şiiriyle sözlerimizi bağlamak istiyoruz:
Esir Milletleri Kurtaracak Zihniyet
Nihayi bir derde düştüm
Şifaya erer mi bilmem?
Ayrıldım yüksek ma’mureden
Matlubuma erer miyim bilmem?
Her gün güneş orda doğar
Kızıl nuruyla bizi yoklar
Dosttan dosta selam yollar
Mukabele etsem, varır mı bilmem?
Ceddimin pınarı orada çağlar
Elim yetmedi gözlerim ağlar
Gazeller döküldü bozuldu bağlar
Fidan diksem uzar mı bilmem?
O idi kardeşimin ta kendisi
Kimin vardı ki buna şüphesi
Kapıya yapışan kan lekesi
Gelip de birgün bilinir mi bilmem?
Dersimi, metin ol sen de
Buna çare yine sende
Zaman fırsat olduğu yerde
O zaman gelir mi bilmem?
(Kaynak: Mehmet Elbistan)
MEHMET BAYRAK
Center for International Studies in Historical, Social and Political Information for the Great Kurdistan objective is to uncover the denied and destroyed history of Kurdish Nation with hopes to write a Comprehensive History of Forgotten People, Kurds. The blog will be in English and Spanish. This blog will be also a source of main information center on all five divided parts of Kurdish Main Land.