Center for International Studies in Historical, Social and Political Information for the Great Kurdistan objective is to uncover the denied and destroyed history of Kurdish Nation with hopes to write a Comprehensive History of Forgotten People, Kurds. The blog will be in English and Spanish. This blog will be also a source of main information center on all five divided parts of Kurdish Main Land.
Wednesday, November 7, 2012
Barzani Suriyeli Kürtleri uyardı!
07 Kasım 2012 Çarşamba 10:20
Mesud Barzani, Suriyeli Kürtlere birlik çağrısı yapıp anlaşmazlık yangınına çekilmemeleri uyarısı yaptı.
Kürdistan yönetimi başkanı Mesud Barzani, Suriye’deki Kürt gruplar arasındaki çatışmalara dair ‘birlik çağrısı’ yaptı.
Kürt Ulusal Konseyi ile Demokratik Birlik Partisi (PYD) arasında Halep’te ekim sonunda çıkan çatışmalar, Suriye’de ‘yeni cephe açıldığı’ yorumuna sebep olurken Barzani, bölgesel yönetimin resmi sitesinde Kürtleri ‘anlaşmazlık yangınına’ çekilmemeleri için uyardı.
Daha önce iki grubun temsilcilerinin ortak konsey kurmasını sağlayan Barzani, grupların ellerindeki rehineleri bırakmasını da istedi.
Öte yandan Suriye muhalefetinin Katar’ın başkenti Doha’daki toplantısında ise Suriye Ulusal Konseyi (SUK) yetkililerinden ABD’ye eleştiri geldi. Hedefte ise SUK’u ‘temsilde yetersiz kalmakla’ suçlayan ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton vardı. SUK Başkanı Abdülbasit Seyde Clinton’ın açıklamasına atfen ‘uluslararası toplumun Suriye halkının taleplerini karşılamadığını ve SUK’a gerekli desteği vermediğini’ savunup “SUK aleyhindeki her adım, rejimin ömrünü uzatmaktan başka işe yaramaz” dedi.
SUK Türkiye Temsilcisi Halit Hoca ise “Clinton’ın sözleri, SUK’u radikalleştirerek askeri çözüme daha çok itebilir. SUK’un Özgür Suriye Ordusu’na (ÖSO) desteği bundan böyle artacaktır” diye konuştu. Bu arada ÖSO’dan da, rejim ve muhaliflerin uzlaşısına dayalı geçiş hükümetinin oluşturulmasını öngören Cenevre Anlaşması’nın kabul edilmediği açıklaması geldi. ÖSO danışmanı Bessam Dade, ’’Kabul görecek tek çözüm, geçiş hükümeti üyelerini SUK’un belirlemesidir’’ dedi.
Tuesday, November 6, 2012
Semdin Sakik Dosyasi
Şemdin Sakık'tan şok ifadeler
Sabah Gazetesi: 06.11.2012 15:15
''Ergenekon'' davasında tanık olarak dinlenilen PKK itirafçısı Şemdin Sakık, terör örgütü PKK'ya katılması, İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek'in terör örgütü elebaşı Abdullah Öcalan'a ziyareti ve Tuğgeneral Bahtiyar Aydın'ın öldürülmesiyle ilgili açıklamalarda bulundu.
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki duruşmada dinlenilen, ''devletin hakimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya yönelik eylemler yapmak'' suçundan hükümlü Şemdin Sakık'a Mahkeme Heyeti Başkanı Hasan Hüseyin Özese, ''Yalçın Küçük ve Doğu Perinçek hakkında beyanlarda bulunmuşsunuz. PKK içinde yıllarca bulunduğunuzu söylemişsiniz. PKK ne zaman, nasıl kuruldu, dosyamız sanıklarıyla ilgisi bulunan var mı, PKK'ya nasıl girdiniz anlatır mısınız?'' diye sordu.
Sakık da 1979'da terör örgütüne sempati duyduğunu, 12 Eylül darbesinden sonra kendi başına dağa çıkmak zorunda kaldığını belirterek, şunları söyledi:
''Yurt dışına çıkmam nedeniyle PKK'ya bizzat katıldım. 1978'deki kuruluşunu, sonradan aldığım eğitim neticesinde öğrendim. O sürece ilişkin bildiklerim PKK'nın bize öğrettikleriyle sınırlıdır. Doğruluğu konusunda kuşkularım vardır. Hem Abdulah Öcalan kendisi ifade etmiştir. Ancak yapılanları, gelişmeleri değerlendirdiğimde, Öcalan'ın kullandığı ifadeler, sarf ettiği sözler değerlendirildiğinde özgücüne dayanmadığını, gerçek bir Kürt hareketi olarak ortaya çıkmadığını örgütten ayrıldıktan yıllar sonra daha iyi anladım.''
Bekaa Vadisi'nde tanık olduklarının, sonraki süreçte yaşanan bazı konuların aydınlatılmasında ''mahkemeye yarayabileceğini umduğunu'' ifade eden Sakık, İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek'in PKK ile ''daha doğrusu Abdullah Öcalan'' ile olan ilişkilerinden sonra, Perinçek'in çekilmesi üzerine Yalçın Küçük ile ilişkilerinin geliştirildiğini anlattı.
Perinçek'in ''gazeteci kimliği ile geldim'' dediğini bildiren Sakık, Perinçek'in Bekaa'yı ziyaretinde ortaya çıkanların dikkati çekici olduğunu vurguladı.
Şemdin Sakık, şöyle devam etti:
''İnsanlarla tokalaşmayı bile otoritesine bir leke olarak gören Öcalan'ın Doğu Perinçek ile öpüşmesi, günlerce baş başa bir odada görüşmesi, sonra onu kitaplaştırıp, yayınlaması gibi bir çalışma oldu. Barış elçisi olarak, kardeşlik elçisi olarak geldiğini söyledi. O güne kadar pos bıyığı, sesi, ifadeleriyle köylü görümünü ile tanınıyor olmasına rağmen Doğu Periçek ile yayınlanan fotoğrafları sayesinde, elinde çiçek, yüzünde gülücük hoş bir önder kişilik olarak kamuoyuna yansıtıldı. Öcalan, bir lider imajıyla sunularak kabul ettirilmeye çalışıldı.''
ÖRGÜTTEN AYRILMA SÜRECİ
Örgütten ayrılmak istediğini, ayrılmanın da ya öldürülme ya da kaçmakla olduğunu belirten Sakık, ''Beni öldürmek istediler. Kaçıp cezaevine girdim. Bir tane bile örgütçü yakalatmadım'' dedi.
Dava sanıklarından Yalçın Küçük'ün kendisine önceden ''kahraman'', şimdi ise ''hain'' dediğini ifade eden Sakık, ''Bir insan 2 gün önce kahraman, sonra nasıl hain olur. Bu insanın yaptığı birşey olmalı. O zaman, silahlı mücadeleyi üst noktaya götürmekti. Silahlı mücadelenin devam etmesini istediği için Abdullah Öcalan'a her zaman kardeşim dedi. Bu yaklaşım halen de devam ediyor'' dedi.
Taraf Gazetesi'ni de eleştiren Sakık, ''Taraf Gazetesi'nin, örgüt bülteni mi yoksa ulusal bir gazete mi o olduğu anlaşılmamaktadır. Öcalan'ın her sözü manşetten veriliyor. 2007'den günümüze kadar süren şiddette her kişinin isminin altında Taraf Gazetesi vardır'' diye konuştu.
Şemdin Sakık, cezaevlerindeki açlık grevlerini de tahlil ettiğini anlatarak, şunları kaydetti:
''Açlık grevlerinin ölüm grevlerine dönüşebileceğini söyledim. PKK şiddetinin bir boyutunu da böyle algılamamız gerekiyor. Elbette inkar edilen hakların bunda rolü var. Ben çıkışıyla ilgili değil, gelişimiyle ilgiliyim. Bu günlere getirilmesinde dış güçlerin, Amerika, komşu ülkeler hep vardı. Bunların rolü kadar solcu geçinen, liberal solcu etiketi takanlar, Altan'lar buna girer. Bunların hepsinin bir biçimde bu şiddetin sürmesinde katkısı vardır. Bunlar benim yorumun değildir.''
''Ergenekon'' davasında tanık olarak dinlenilen PKK itirafçısı Şemdin Sakık, terör örgütü PKK'ya katılması, İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek'in terör örgütü elebaşı Abdullah Öcalan'a ziyareti ve Tuğgeneral Bahtiyar Aydın'ın öldürülmesiyle ilgili açıklamalarda bulundu.
BAHTİYAR AYDIN CİNAYETİ
Tuğgeneral Bahtiyar Aydın'ın ölümüyle ilgili açıklamalarda bulunan Sakık, şunları anlattı:
''1993'te Mumcu cinayetiyle başlayan Bahtiyar Aydın cinayetiyle son bulan, 1994'e de yansıyan cinayetleri ve Türkiye'de yönetimin değiştiğini dile getirmiştim. Bu cinayetlerin bir sahibi olması gerekir. Bahtiyar Aydın cinayetini örgütün üzerine attılar. Lice'de helikopterden iner inmez vuruldu. O zaman Lice yakınlarındaydım. Etrafımız kuşatılmıştı. Adeta bitiş seviyesindeydik. Telsizler vardı. Askerin telsizleri de vardı. Birbirimizi dinler ona göre hareketlerimizi planlardık. Bir anda telsizden 'paşa vuruldu' diye bir anons geçti. Telsizden Lice'deki dağlık grubu aradım. Yapmadıklarını söylediler. Askerin telsizine girerek bizim ilgimizin olmadığını söyledim. Bir tuğgenerali vursak bunu dünyaya yayınlarız. 'Örgütün burada herhangi bir rolü yoktur', dedim. Bu olay üzerine operasyonu sona erdirdiler. Bunun sayesinde ben o zaman kurtuldum. Olay üzerime yıkıldı. Direkt olarak ben sorumlu tutuldum. Bu olay aydınlatılmadı. Birileri cinayet işliyor, birileri de azabını yaşıyor. Paşayı devletin içinde bir ekip vurdu. Şüphem yok. Paşayı devlet vurdu. Hatta duyduğuma göre vuran asker de öldürüldü. Lice'de çatışma süsü verdiler. Paşa'da helikopterine atlayıp gitmek zorunda kaldı. Derin devlet vardır. Kimi 'Ergenekon', kimi 'derin devlet' dedi. Bence ayrımı yok. Öteden beri sol çevreler bütün hayallerini ordu üzerinde kuruyorlar.''
BİNGÖL'DE 33 ASKERİN ŞEHİT EDİLMESİ
''Ergenekon'' davasında tanık olarak dinlenilen PKK itirafçısı Şemdin Sakık, ''Bu olayın (Bingöl'de 1993'te 33 askerin şehit edilmesi) tetikçisi, PKK'dır. Örgüt liderinin 'eylem yapın' talimatına karşın bu askerler tedbirsiz yola çıkarılmıştır. Neden tedbir alınmadı?'' dedi.
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki duruşmada dinlenilen Şemdin Sakık, İP Genel Başkanı Doğu Perinçek'in, terör örgütü elebaşısı Abdulah Öcalan'ı ziyaretinden sonra militan sayısında patlama olduğunu söyledi.
Çekilmesinden sonra Doğu Perinçek'in yerini ''Ergenekon'' davası sanıklarından Yalçın Küçük'ün doldurduğunu anlatan Sakık, ''Doğu Perinçek'in Abdullah Öcalan ile ilişkisi ne ise Yalçın Küçük'ün ilişkisi daha fazlaydı. Küçük bize, silahlı eğitim veriyordu. İkinci başkanımız mı diye düşünüyorduk. 'Rüzgara tutunmuş adam' başlıklı bir makale yazmıştı. Bu yazı, örgütün güçlendirilmesini ve savaşın kızışmasını isteyen bir yapıdaydı. Abdullah Öcalan bize Yalçın Küçük'ün Türkler için bir şans, örgüt için Allah'ın lütfu olduğunu söylerdi'' şeklinde konuştu.
O dönemlerde Abdullah Öcalan ile konuşmalarında, silahlı mücadelenin bir çıkmaza girdiğini söylediğini aktaran Sakık, bu nedenle ayrı düştüklerini ve örgütten kaçtığını anlattı.
''Aslında 1993'te en büyük darbe oldu. Bu ülke bir değişime uğradı'' diyen Sakık, PKK'nın, silah olarak kullanıldığını savundu. Sakık, ''PKK'nın gerektiğinde Türklere, gerektiğinde ise devlet içindeki dinamiklere yöneltildiğini'' söyledi.
33 askerin öldürülmesi
Sakık, Bingöl'de 25 Mayıs 1993'te 33 askerin şehit edilmesine ilişkin şu açıklamalarda bulundu:
''33 asker şehit edildi, direkt üzerime atıldı. Olayı üzerime yığdılar. Devlet, o dönemde Kulp kırsalında olduğumu biliyordu. Ruh halimi bile biliyordu. Benim hakkımda, istihbarat almış, 'Yeşil ile ilgisi var' dediler. O dönem örgüt tek taraflı ateşkes ilan etmişti. Devlet de bu ateşkesi bozmak için her gün operasyon yapıyordu. Örgüt lideri, 'herkes birbirini korumak için misilleme yapabilir' diye talimat verdi. Öyle karakol basmak, büyük eylem yapmak imkanı yoktu. Kimlik sorma, yol kesme, mayın döşeme gibi eylemler yapıyorduk. Büyük silahlarımız yoktu. Küçük silahlarımız vardı. Askere yol kesme yapıldı. Götürelim mi, vuralım mı, tartışması yapıldı. Güvenlik kuvvetleri olay yerine gidince 2'si öldürülüyor. Ayak üstü karar veriliyor. Kimi öldürülüyor kimini de yanlarında götürüyorlar. Bu olayın tetikçisi, PKK'dır. Örgüt liderinin 'eylem yapın' talimatına karşın bu askerler tedbirsiz yola çıkarılmıştır. Neden tedbir alınmadı? Bu planlanmış bir şeydir. Bu olayda insani olarak sorumluluk kabul ediyorum. Her gün telsizleri dinleyen, nerede ne kadar kişi olduğumuzu bilen, 200 kişi olduğumuzu bilen güvenlik güçleri, bu taburu çıkarırken, eylem yapılacağını bildiği halde neden tedbir almadı?''
Bu sürecin planlama olduğunu ileri süren Sakık, ''Öncesinde Özal, onun öncesinde Cem Ersever, onun öncesinde Eşref Bitlis gitmiştir. Kilit noktaları tutanlar tasfiye edildi. Güçlü bir savaş için bu bahaneyi yaratmaları gerekiyordu. Tek başına 33 asker olsaydı 'kazadır', 'kana susamış timin işidir' derdik. Ama bu zincirin halkasıydı. Türk halkını titretecek eyleme gerek vardı. Savaş talimatı da aynı yıla denk geldi. 1993'te gerçek anlamıyla 12 Eylül'den daha kanlı, daha köklü, daha korkunç bir darbe oldu. Sayı olarak, nitelik olarak da daha kanlıdır. Devletin en kilit noktalarındaki insanlar götürüldü'' diye konuştu.
GAFFAR OKKAN CİNAYETİ
Sakık, Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan'ın öldürülmesi olayına değinmek istediğini belirterek, ''Ergenekon davasıyla ne kadar ilgilidir bilmiyorum. Bu ölçüde faili meçhul olarak kalan, gizlenen olayların hepsi birbirine bağlıdır. Bir gücün işidir'' dedi.
Yeni yakalandığında, Diyarbakır valisi ve emniyet müdürünün kendilerine hitap eden bir toplantı yaptığını, isteği üzerine dönemin Emniyet Müdürü Gaffar Okkan ile 5 dakika görüşerek, eşya, yiyecek gibi sorunlarını bildirdiğini anlattı.
Okkan'ın kendisine ilgi göstererek, ''Ülkeye zarar verdin, hizmet de etmelisin'' dediğini ifade eden Sakık, ''Böyle bir sıcak ilişkiyle başlayan, saygı duyduğum insanın ölümü gerçekleşti'' dedi.
Şemdin Sakık, 1994'te Tunceli kırsalındayken militanlar tarafından alınan 2 ormancıdan birini yanına aldığını, aralarında baba-oğul ilişkisi oluştuğunu söyledi.
Sakık, 1998'de örgütten ayrılınca, bu kişinin de 1 yıl sonra Diyarbakır'da yakalanıp itirafçı olduğunu dile getirerek, şunları kaydetti:
''Başvurdum, beni görüştürdüler. Zaman zaman göreve çıkıyordu. Dicle'de bir yüzbaşının yanında kalıyordu. Gaffar Okkan, şehit düşünce ona sordum. Okkan'a yapılan eyleme bakıldığında, dünyanın hiç bir yerinde bu kadar yağdan kıl çekercesine, hedefi yüzde yüz vuran eylem görülmemiştir. 'Bunlar Lübnan'da eğitilen Hizbullah olsa bomba kullanırlar' dedim. 'İran'daki Hizbullah olsa hiç bir zaman sonuca gitmezler' dedim. 'Bu kesinlike Hizbullah işi değil' dedim. Cezaevinde yan koğuşumda Hizbullah lideri kalırdı. Havalandırmadan konuşurduk. 'Bilmiyoruz' diyorlardı. Bunlar bunun çeyreğini bile yapamazlar. PKK'nın bile bu kadar başarılı bir eylemi olmamıştır. Her faili meçhul cinayet, yüzde yüz devlet desteklidir. Gaffar Okkan'a, askeri, siyasi, istihbarat açısından bakarsanız, kesinlikle Hizbullah işi değildir. Bu bölgede, bütün silahlar karışıktır. PKK silahları, ordunun elindedir. Silahlardan çıkan mermiye bakarsanız, tetikçisini bilmek mümkün değildir.''
BIR ITIRAFCI VE ISBIRLIKCININ PORTRESI Şemdin Sakık
Beni getiren 'Yeşil'di
Serpil KIRKESER/İSTANBUL,(DHA)6 Kasım 2012
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen Ergenekon Davası’nda Şemdin Sakık tanık olarak dinlendi.
Gaffar Okkan suikastinin hemen ardından 2001’de içinde bordo berelilerin bulunduğu Diyarbakır’dan havalanan casa tipi uçağın Malatya’da düştüğünü hatırlatan Sakık şunları söyledi:
"O UÇAKTA ÖLENLERDEN BİRİ 'YEŞİL' "
"Örgütteyken yanımda olan ve cezaevinde görüştüğüm genç bana "İyi ki benim yüzbaşım o uçağa binmedi. İşi çıktığı için binmedi. Binseydi ben de onunla gidecektim. Ben de kurtuldum" dedi. Bu uçakta bulunan iki kişinin adının üstü çiziliydi. O kasa uçakta ölenlerden birisi Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım'mış. İsmi çizilenlerden birisi oymuş. Bir devlet bu kadar olayın faili olan kişinin yaşayıp yaşamadığını bilmiyorsa, o artık devlet değildir." Kuzey Irak’tan kendisini getiren 5 kişilik ekibin başında Mahmut Yıldırım’ın olduğunu söyleyen Sakık, "Demek ki bu Yıldırım 1998 yılında da kullanılan bir insandı. Bir kişi düşman denilen adamı getiriyor, JİTEM, MİT, emniyetin haberi yok. Bana, beni kimin getirdiğini sordular. ’Başıma bir iş gelir diye söylemedim. Yıldırım, Tunceli ve Bingöl sorumlusuydu. Demirel döneminde Yıldırım, Çankaya’ya gitti mi, Çiller ile görüştü mü, beni getirmek için kimden emir aldı, kimin emrinde çalıştırıldı? Bilemiyoruz. 1993’te yıldızı parlayan Yıldırım’dır."
"İRAN NEREDEYSE ÖRÜTE UÇAK VERECEKTİ"
1993’te Şam’a Öcalan’ın yanına gittiğini anlatan Sakık, Öcalan’ın kendisine Lübnan’daki faaliyetleri denetleme talimatı verdiğini, ardından Lübnan’a gittiğini söyledi. Sakık, "Orada örgütten Rıza Altun vardı. Evinde balya balya günlerce saysak bitiremeyeceğimiz dolar vardı. Benim gözlerim fal taşı gibi açıldı. Biz o günlerde para sıkıntısı çekiyorduk. Paranın kaynağını sorunca ’buradaki kaçakçıları gözetliyoruz. Denetliyoruz, bu bizim mücadelemizin amacı değil, aracı’ dedi. Halbuki biz Kürtlerin kurtuluşunun mücadelesini veriyorduk. Diyarbakır Lice’de bir köyde uyuşturucu ekimini yasaklamıştım. Döndüğümde olayı Öcalan’a anlattım, o da bana ’bu örgütü nasıl idare ediyorsun. Arkamızda devlet mi var?’ dedi. Ben de köylüye yasağı kaldırdım. Örgütün geliri ilk yıllarda Avurapa’daki işçilerin bağışıydı. 1990 sonrası uyuşturucu, silah ve insan kaçakçılığından oldu" dedi. Sakık, İran’ın neredeyse örgüte uçak vereceğini, 1993’te ateşkes öncesinde bir kamyon silah veren İran’ın ateşkesten sonra "Biz bunları size yerde çürütesiniz veya bakasınız, satasınız diye değil, kullanasınız, diye verdik" dediğini iddia etti.
"AKIN BİRDAL SUİKASTİ"
Akın Birdal suikastine ilişkin iddialarda bulunan Sakık, "Bu işte Mahmut Yıldırım kullanıldı. Benim üstlenmemi istediler. Kabul etmedim hücreye attılar. Yaşar Büyükanıt’ın da haberi vardı. TİT’i yönlendirdiğimi söylememi istediler. Bunu da kabul etmedim. Zaten sonra gerçekler anlaşıldı" dedi.
"RÖPORTAJ NEDEN BİZ ÖRGÜT YÖNETİCİLERİNDEN SAKLANIYOR"
Savcı Mehmet Ali Pekgüzel, sanıklardan Doğu Perinçek ve terör örgütü lideri Abdullah Öcalan’ın Bekaa vadisinde çektirdikleri fotoğrafları tanığa gösterip soru sordu. Fotoğrafların, örgütün spor ve eğitim yaptığı alanda çekildiğini anlatan Sakık, "Perinçek ile Öcalan’ın görüşmeleri gece geç saatlere kadar sürüyordu. Görüşmeler başbaşaydı. Ben içeri alınmadım. Bugörüşme sadece gazetecilik faaliyeti ise dünyaya duyurulacak röportaj, neden biz örgüt yöneticilerinden saklanıyor? Öcalan’ın yanına gelen hiçbir gazeteci yalnızca gazeteci değildir. Hasan Cemal, Cengiz Çandar, Altan kardeşler, Yasemin Çongar gazetecilik için gelmediler. Onların görüşme amacının örgütün askeri gücünü kullanmak olarak düşünüyorum ve gözlemliyorum" dedi.
"PKK BİR TERÖR ÖRGÜTÜDÜR"
Örgüte katıldığı ilk dönemde faaliyetlerini "Silahlı mücadele" olarak tanımladığını belirten Sakık, "Daha sonra mücadeleye savaş dedim. Şimdi ise terör diyorum. PKK bir terör örgütüdür. Biz başta haklı ilerici insanlığa hizmet yürüttüğümüze sanıyorduk ama 1999’da Abdullah Öcalan yakalanınca ’Silahlı Mücadeleye son veriyorum" demesi ile PKK’nın yürüttüğü savaş, savaş olmaktan çıktı. Çünkü siyasi hedefi kalmadı. Öcalan tek başına örgütü yönetiyordu" dedi. Örgütün tüm faaliyetlerini Öcalan’ın kontrol ettiğini anlatan Sakık, "Eğer gerçek anlamda sorarsanız PKK’nın birinci dönem gerçek koordinatörü Doğu Perinçek’tir. İkinci dönem koordinatörü ise Yalçın Küçük’tür. Bu iki isim PKK’yı kullandı. Ben bu işin içinden geldiğim için söylüyorum" dedi.
"KÜRTLERİN YÜZDE 99’U SAVAŞIN BİTMESİNİ İSTİYOR"
"Dağdaki insanlar inmek istiyor" diyen Sakık, "Ancak kanla beslenenler bunu istemiyor. Bunlar mecliste milletvekili, belediyede başkanlık gibi kademelerde bulunmakta. Bir de Kürtlerin yüzde 99’u bu savaşın bitmesini istiyor. Ölümden beslenenler için kimin öldüğünün önemi yok. Apo yu tanrılaştırıyorlar. PKK’nın olumsuz yanını gizleyerek dokunulur yanını öne çıkarıyorlar. Sorun düşünülenden daha derin. 20 yıl önce dağda ölen kızkardeşimin hala oyu kullanılıyor. Öcalan’ı, Karayılan’ı gazete köşelerinde analiz ediyorlar. Çok sempatik bir diye yazıyorlar. Bu macEracı gençlere yol gösteriyor. Örgütü bu kadar çok işlemeleri ’Oralara gidin’ anlamına geliyor" dedi.
"PERİNÇEK VE KÜÇÜK, ÖCALAN’I KULLANDI"
Savcı Pekgüzel, Doğu Perinçek ve Öcalan’a ait fotoğrafların göstererek, "Çiçek verme söz konusu. Nasıl oldu bu olay?" diye sordu. Tanık Sakık, "Bu fotoğraf ilişkilerin ne kadar sevgi ve sıcak dolu olduğunu gösterir. Çiçek sevgi olduğunu ortaya koyuyor. Perinçek ve Öcalan çok samimidirler. Benim kimse ile şahsi sorunum yok. Kimseye iftira atma dersim de yoktur. Doğu Perinçek ve Yalçın Küçük, Öcalan’ı kullandılar. Arkalarında kimler var bilemem" dedi. Bu sırada Yalçın Küçük oturduğu yerden Sakık’ın iddialarına tepki gösterdi.
"GÜNDE 100 TANE FOTOĞRAF ÇEKİLİRDİLER"
Savcı Pekgüzel, daha sonra Doğu Perinçek ile Öcalan’ın birlikte çekildiği fotoğrafları göstererek sorular sordu. Sakık ise, "Günde 100 tane fotoğraf çekilirdiler. Fotoğrafçıların biri önlerinde biri arkalarından takip ederdi" dedi. Savcı Pekgüzel, "Öcalan ile görüşmeye gelen diğer gazeteciler de bu şekilde militanlar ile tek tek tokalaşır mıydı? Tören yapılır mıydı?" diye sordu. Gülerek cevap veren Sakık da "Gelen her gazeteciye böyle törenler düzenlenseydi örgüt, bütün günlerini törenlerle geçirmesi gerekir. O dönemde Öcalan ile yabancı ve Türk gazetecilere hep mülakat verirdi" diye cevap verdi.
"ÖCALAN’A SUİKAST"
Abdullah Öcalan’a 1996 yılı bahar ayında Şam’da suikast yapıldığını anlatan Sakık, "Bomba patlatıldığı saatte benimle uydu telefonuyla konuşuyordu. Bir ara telefondan uzaklaştı kaldığı yerin yakınındaki Türkçe okulunun önünde patlama olmuş. 15 dakkaka kadar telefondan uzaklaştı. Sonra ’siz savaşmadığınız için düşman gelip beni Şam’da vurmaya çalışıyor’ dedi. Okulun kırılan camlarından da Cemil Bayık hafif yaralandı. Öcalan tedbirini almış. Ya Öcalan bilgi aldı, böyle birşey olmadı. Ya da, bombacılar Şam yönetiminden bu icazeti alamadılar. Önce öldürmek için planlanan eylem birilerinin müdahalesiyle korkutmaya dönüştü" dedi. Şemdin Sakık’ın yorulduğunu söylemesi üzerine, mahkeme heyeti duruşmayı yarın saat 09.00’a erteledi.
Saturday, November 3, 2012
Ali Şeriati: Yunan medeniyetinin kaynağı Kürtlere dayanır
04 Kasım 2012 Ilkehaber.com
Avrupalıların iki koldan geliş yönleri vardır, bunun Hinde mi, yoksa Yunan’a mı dayandığı hassas bir konudur...
Avrupalıların iki koldan geliş yönleri vardır, bunun Hinde mi, yoksa Yunan’a mı dayandığı hassas bir konudur. Belki de Dicle ile Fırat arasındadır. Çok ilginçtir hiçbir zaman Dicle ile Fırat arasındaki yöreden (Beyne’n-Nehreyn) batı söz etmiyor.
Kültür ve Medeniyetin İlk Kaynağı
Hitler’in dinlerin ve medeniyetlerin ilk kaynağı hakkında ilginç bir tezi var. Bu tez de Yunan, Hint ve Yahudi üçlüsünün kaynaklık teşkil ettiği düşüncesine dayanır.
Yunanlıların ilk kaynak oluşları hakkındaki görüş şudur: Sokrates’tan önce yedi bilgin hekimle (Hükema-i Seb’a) başlar. Bunların isimleri belli değildir. Sonra Sokrates’in halkası başlar. Bunu Eflatun, Aristotales, Akadlılar ve İskenderiye mektebi izler. Avrupa’da Rönesansla birlikte Descartes, Kant ve en sonunda Hegel’de biter. Hint cereyanı ise Vedalar, Buda, Cinizim ve Gandi sıralamasına göredir. Bu sıralamada bir kol tasavvuf ve yeni Eflatunculuk olarak İslam’da görülür. Üçüncü kolda ise Adonis Rba’l Şemş, İbrahim, Musa, İsa ve Muhammed vardır.
Hz. Muhammed’in halkası ayrıdır, çünkü bunda iki kol birden kesişmektedir. Hitlerin tahliline göre birinci kol Yunan, ikinci kol olan Hint’ten ayrılmadır, ama bunlar temelde aynı koldur. Demek ki Avrupalıların iki koldan geliş yönleri vardır, bunun Hinde mi, yoksa Yunan’a mı dayandığı hassas bir konudur. Belki de Dicle ile Fırat arasındadır.
Çok ilginçtir hiçbir zaman Dicle ile Fırat arasındaki yöreden (Beyne’n-Nehreyn) batı söz etmiyor. Çünkü bundan söz ederse geliştirdiği bütün nazariye bir anda boşa çıkacaktır. Oysa bütüncü bir gelişme seyri vardır. Daha önce de değindiğimiz gibi, Yunan medeniyetinin kaynağı Kürtlere dayanır. Kürtler iki nehir arasının bir odağıdır. Mezopotamya, dünyanın kültür, medeniyet ve felsefe merkezidir. Riyazî bilimlerin ilk gelişme gösterdiği yer bu iki nehrin arası bölgedir. Sümerler ve Babilliler yıldızlar bilimini ve denizciliği keşfettiler. Sonraları Fenikeliler bu bilimleri bunlardan öğrendiler. Sümerler, bataklığı kurutmak zorundaydılar. Mezopotamya bütün dinlerin de kaynağıdır.
Sözgelimi nur’un bütün dinlerde soyluluğu ve kutsallığı vardır. Bu, her şeyden evvel Sümerlerle ilgilidir. Onlar tanrılarının yıldızlarda, en büyük tanrının da güneşte olduğuna inanırlardı. Yine onlara göre nur ve ateş kutsaldır ve güneşin kalıbında tecelli etmiştir. Bundan dolayı zarf yani kalıp olan güneş de kutsaldır. Ama güneşin asıl değeri ışık saçmasıdır. Bundan ilahî bir alamet olarak ateşperestlik meydana geldi. İran’da Zerdüşt’ten evvel Mitraizm ve Rumlarda da Ayatapıcılık vardı. Rumlar, tapınaklarında ölmez, sönmez ateş yakarlardı. Bir genç kız da o kutsal ateşi korumakla görevlendirilirdi. Hıristiyanlık ilk çıkışında bu ateş inancıyla epey mücadele etmek zorunda kaldı.
Öyleyse biri Yunan ve Hint’ten, diğeri de Sami’den kaynaklanan iki koldan fazla gelişme seyri yoktur. Ancak tarihin seyri üç medeniyet kaynağı olduğunu göstermektedir:
1- Sami kolu: Önce Aramî, sonra Aberî, en sonunda da Arabî oluyor.
2- Arya kolu: Hint ve İran (Kürtler), sonra Yunan.
3- Çinli ve sarı ırk.
(Ali Şeriati'nin Medeniyet ve Modernizm adlı eserinden...)
Dr Ali Şeriati Kimdir?
23 kasım 1933' te horasan eyaletine bağlı sabzivar' ın mezinen köyünde dünyaya geldi. 1950' de meşhed' deki öğretmen koleji' ne girdi. 1952' de meşhed' in yakınlarındaki ahmedabad köyünde öğretmenliğe başladı. 1955 yılında mekteb - i vasıta' yı yazdı. ebu zer - i gıffari' yi tercüme etti. 1956' da meşhed üniversitesi' ne girdi. "ulusal direniş hareketi" ne üye olduğundan babası ve diğer üyelerle birlikte tutuklandı. 6 ay tutuklu kaldı. 1959' da alexis carrel' den dua' yı tercüme etti. üniversiteden başarıyla mezun oldu.
1960' da fransa' ya gönderildi, orada sosyoloji ve dinler tarihi üzerine çalıştı. cezayir kurtuluş hareketine aktif olarak katıldı. bu faaliyetlerinden dolayı paris' te tutuklandı. bu arada birçok konuşma, makale ve çevirisi değişik dergilerde yayınlandı. sosyoloji ve dinler tarihi üzerine doktorasını tamamlayarak, 1962' de iran' a döndü ve sınırda tutuklandı, aylarca hapiste kaldı. öğretmenlik ve meşhed üniversitesi' nde asistanlık yaptı. meşhed, hüseyniye - i irşad, tahran üniversiteleri ile diğer merkezlerde konferanslar vermeye başladı. kendisi bulunamayınca babası tutuklandı. bir yıl kadar babası hapsedildi. şeriati teslim oldu ve 18 ay hücrede kaldı.
1975 - 77 arası savak' ın takibinden sürekli kaçarak, başkalarının evlerinde kalarak çalışmalarına devam etti. sabahlara kadar süren konuşmalar yaptı. 16 mayıs 1977' de avrupa' ya geçti. 30 gün sonra ingiliz istihbaratının da yardımıyla savak tarafından şehit edildi.
Subscribe to:
Posts (Atom)